öğrenci olmakta bir meslektir

Ağustos 10, 2007 at 10:11 pm (içimden ne gelirse)

aslında bu cümleyi yazıp bırakmak istiyorum başka birşey söylemeye hiç gerek yok.

biz de birer çalışanız ailem kabul etme konusunda zorlansa da. Lisede çıktım evden bi daha dönüşüm olmucagını çabuk idrak ettim ama zaten olan olmus yola cıkmıstım. ama simdi beni 15 yasında bi liseliymiş biri gorup hala öyle davranmaları zoruma gidiyor. artık benim bir akademik hayatım var.izin almam gereken bir hocam hatta bir kac hocam var. resmiyette adı ögrenci olsada büyüdüm artık.hatta üstüne ankarayla düzenli bir hayatım var, herseyim orda. bi ayağım ankarada degil artık, bir ayagım kırıkkalede. haftasonu iznim die birseyim yok, aksam 5 te mesaim bitmiyo yada sabah 8 de baslamıyo. düzensizlik içinde düzenim var benim ama bunu anlatamıyorum…

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

ustune mi gitmeli yoksa akışına mı bırakmalı

Ağustos 8, 2007 at 9:44 pm (içimden ne gelirse)

herşey yolunda gidiyordu, ya da öyle gözüküyordu, ufak anlasmazlıkları halletmişlerdi aralarında, ama bu ufak tartısmaların aslında biriktiğinin farkında değildi ve bir gun aşılamaz hale geleceğinin. her gunah kalpte bir leke bırakırmıs, latifeler zamanlar ölürmüş.anlasmazlıklarda zedelemişti onları, bir gün hepsi siyah olmuştu, cıkarılamayacak kadar simsiyah, en kötüsü hiç farkermemişlerdi bile.
yaşananları geride bırakıp yaşamaya devam etmeleri gerekiyordu, kalp acı ceksede, beyin silemese de geriye dönüş zordu, gurur vardı arada. yaralanmıstı bi kez kalp, affetmek zordu hem de çok zor. elde kalan hatıralardı. burda bunu yapmıştık, burda da beraberdik, bunu yemiştik, bunu dinlemiştik, beraber saatlerce sessizce oturup, düşüncelerimizle konuşmustuk. elde kalan sadece baktıkca, gordukce hatırlananlar. acıdan öte yürek sızlıyordu, derinlerde bi yerde bi bıçak yarası kalmıştı kapanmayan. her sarkının her satırında her kelimesinde gizli bi acı vardı, yaralayıp geciyordu bedeni. ne yapacaktı?
çiviyi çivi söker modunda acının üstüne mi gitmeliydi yoksa hatıralardan hatırlamayana kadar kaçmalı mıydı? zaman herşeyin ilacıydı nasıl olsa. elbet yeri dolardı yada dolamadıkca hatırlanırdı ama hatırlandıkca azalacaktı, yoktu bi daha olmayacaktı, olsa bile bi daha eskisi gibi olmayacaktı. gözlerine bakınca eskisi olmayacaktı, paylasılmayan kocaman bi zaman dilimi surekli arada olacaktı.
uzun zaman gerekiyordu unutulması için, her kelimenin hafızadan silinmesi için, ismi anılınca gözler dolmayana, telefon calınca kalp carpmayana, konusulunca bişi ifade etmeyene kadar uzun zaman geçmesi gerekiyordu, ağlamadan, beyinde simsek gibi sakmayarak, kaçmak gerekiyordu bütüüün hatıralardan ya da;
acı çeke çeke üstüne gitmek gerekiyordu, inadına aynı şarkıları dinleyerek, ağlayarak sızlayarak, resimlerine bakarak, her birine tek tek bakıp bişi ifade etmeyene dek. en cok kullanılanlar klasorunden sıradanlaşmıslara gecene kadar. elbet bi gun artık baymaya baslar nasıl olsa, daha çok hatırlayıp daha çok sıkana kadar uğraşmak mı gerekti karar veremiyordu

karar verebildiği tek birşey vardı, elbet bir gün açacaktı…

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

bilkent kimya 2007 mezunlarina

Haziran 1, 2007 at 3:42 am (içimden ne gelirse)

mezuniyet torenimize 12 gun kaldi. 12 gun sonra en az 4 yilimizi gecirdigimiz undergrad hayatimiza keplerimizi firlatarak veda edecegiz. beraber son yemekler, beraber son resimler desekte “we will meet again”. yarimizi odtuye, ibomuzu istanbula gondermenin buruklugu var yuregin bi kosesinde. malesef insan son sinifta anliyor aslinda ne kadar mukemmel insanlar oldugunuzu. bize 1 yil daha verseler neler yapmazdik beraber. kahvelerimizi alip, ben pasif icici modunda ictigimiz sigaralar, kopya cekip butun okula rezil oldugumuz sinavlar, labdan cikip kizip bagirdigimiz hocalar, konya etli ekmekler, ilknur ablamiz ve mercimekli kofteleri, emine ablanin kekleri, guvenliginden temizlikcisine sicak bi bolum, BKT de sabahlamalarimiz, buyuk boy pizzalarimiz, deliliklerimiz, manyakliklarimiz, hatta aptalliklarimiz, gecelimde D bile olsa olurlarimiz, medit belamiz, iboyu son haftaya kdr labdan cikartamayisimiz, bi turlu evine gidemeyisimiz, tabuda anahtarlari alamayisimiz, hem gulmelerimiz, hem sinirlenip ustune dalga gecmelerimiz, nazlarimiz, triplerimiz…
20 li doldurup yaslandigimiz su gunlerde yasadigimiz son 1 yil diger yillarimizdan daha dolu, daha yogun ve bizi daha cok olgunlastirdi, saclarimiza ak dusurdu :). ceksekte cilesini bu okulun, bi daha gelsek dunyaya bi daha okurmuyuz acaba. boyle bi ortam olmazdi heralde baska bi yerde, bi avuc ama vazgecilmez bi donem. biz bize yeterdik sanirim. prisondan kacmak yerine mahkumiyetini dolduranlardaniz. ayagimiza zincir vurup bizi laba oturtacak olsalarda ilerde, son gunlerin keyfini surmek var. Alper aglatsada resimleri duygusal sarkilarla klip yapip, fahriyi ikna edemesekte koc a 35 km den fazla oldugunu, abidin akilli durmayip belini incitsede, pinar inatla odtuye basvurmasada, iboyu gondersekte, son gunlerin zevkini cikarmak var simdi. pinar annesi izin vermeyecegi icin hic sehir disina gidemeyecek olsakta, iboyla hic hacettepeye gidemesekte, sinavlarda adimiz ciksada seviyorum yine de sizlerle cimlerde bos bos oturmayi, gelen gidenin hala burdamisiniz demesini.
daha yeni liseden cikmis, universiteye baslama heyecanlari. yeni ortam, aileden ayrilislar, ama bilkent, denizden cikip irmakta akintiya kapilmak gibi. ne yapacagini sasirmak, akintiya direnmek, hem kazanmaya hem kaybetmemeye ugrasmak. ve boylece biten bi 5 yil. bazi seyleri idrak ettikten sonra soylemistim, simdide soyluyorum. SIZ OLMASANIZ BEN BU OKULDA KALMAZDIM. bu donemde olmasam bi ust donemle olsam kesin birakirdim, yada zaten alta kayardim 🙂 .
yasadigimiz gunler icin herkese tesekkurler, siz olmasaniz bu okul anlamsiz olurdu…

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

mezuniyet yaklasirken

Mayıs 5, 2007 at 7:36 pm (Uncategorized)

cogumuzun su sira dusunmek istemedigi, dusunurkende tatli bi huzunun kapladigi durum, bugun cimlerde gecen durum:
-mezuniyete gelceksin dimi
-tabi gelicem
-aglamican ama tamam mi?
klasik kiz psikoloji deyip gecmek zor geliyo acikcasi, 4 yada 5 yilimizi verdigimiz bilkent gibi yerden mezun oluyoruz. aslinda beni baglayan pek bisi yokmus gibi gelsede, hala yuzune bakmamla icime huzur kaplatan nadir insanlar var. dusunmek istemiyorum bir daha ne zaman nerde gorucem, bi daha bu kadar eglenebilcek miyiz ama aci gercegi kabul etmek gerekiyor acikcasi.
bilkent unutulmayacak bir cok yonu var, baska bi unide olsam bu kadar olurmuydu acaba. bi kere hic bir zaman mayfeste duzgun bi adam getirmediler konser icin, ama yinede son mayfestim modunda 3 gundur senlikteyim. elimi yaraladim, buna ragmen saatlerce voleybol oynayabildim. icimden hep `son bu` geciyordu, bi daha arayinca karsidaki yurtta olmayacak insanlar var, bu sefer ben ayriliyorum herkesten. dusunmek istemiyorum…
ben matrixte neo nun kosup kosup hep ayni yere geldigi yerde olmak istiyorum sanirim. zaman hic gecmesin, ben mutluyum animdan…

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

dupeduz sacmaliklar, beyindeki dusunce sarsintilari

Nisan 29, 2007 at 1:30 am (içimden ne gelirse)

baby, did you fotget to take meds?
sanirim ewt, kafamda bi miyon tane dusunce var, hepsi anlamsiz, aslinda anlamli olanlari dusunmemek icin anlamsiz olanlardan uretiyorum surekli, arka fonda bi gitar sesi, placebo meds soyleyip duruyo, sozlerini bildigim nadir sarkilardan, bagira bagira soylenesi deli bi sarki zaten, baby, did you forget to…sorumluluklarimdan kacarken bi yerde bogulacagim ama neresi bilmiyorum. disardan mukemmel toplamis gibi gorunurken, aslinda darmadaginigim. ayakta kalma mucadelelerini bir tarafa birakmis, ruzgar ne tarafa savurursa o tarafa gidiyorum. aslinda feci bi itiraf bu beni taniyanlara, bi kasik karamelli pudingle tadlanan gecemde -ki aslinda kesinlikle tatli yiyesim yok- nedense gercekleri kabullenebiliyorum. hic bir edebi degeri yok bu yazinin. hatta sonuna bile gelinmemeli, okunmamali, arada okuyup kendime ceki duzen vermeliyim belkide. bi dostun bana dustugum noktayi gostermesi gibi. sevkat tokadi hala gelmedi yada geldide onu bile anlamadim. tamamen duzmece bi dunyadayim. sevdiklerim yok, sevmediklerimi seviyo gibi gozukup, icimde firtinalar koparan insanlari hayatimdan uzak tutmak icin icimdeki kini bastiriyorum.soylemek istediklerim icime atip, maskemi takip duymak istenileni soyluyorum. hayatin karmasasini bi cuvala basip, kendime kucuk bi dunya kurdum. hic bisi dusunmeden ye,ic, yat dunyasina ayak uydurdum. isin kotusu memnunum. sonun cok feci patlicagini bildigim icin, ani bi olumle olmemek icin dua ediyorum. kafamda ya bi kaza olursa sorusu surekli caksa bile ben hala umursamiyorum. bi gun o soruyuda unuturum ne de olsa. herseyden siyrilip sadece ve sadece kendimle kalmak istiyorum. imkansizi istiyorum sanirim. okul bitse, aslinda bitmesini istemiyorum, ne yapacagimin karmasasini bi kenara birakip dustugum yerden kalkmam gerek. ve beni benden baskasi kaldiramaz bunu da biliyorum.
yavas yavas kaybettigim dostlarimla doluyor etrafim. buyudukce baglar zayifliyor. gormek istemedigim insanlar var, gorunce konusamadigim dostlarim. yakinda bu da olmucak desemde, aslinda kendimi alistirmak icin soylesemde yinede gercekler rahatsiz edici.oyle olmasa boyle olmazdi, keskeler soyluyorum artik. bole bi halede gelcekmisiz. yakinda haftada 1 e, ordan ayda 1 e, ordan yilda 1 e dusecek gorusmeler bekliyor, farkindayim ama aci veriyor. gercekleri onceden dogru tahmin edebilsemde sadece kanayacak yaralara bant bulmak kaliyor, kanatmamak gibi bi sans yok zaten. surec belli, yasanacaklar belli. sahte bi gulumseyle mutluymus gibi gozukecegim yine, gulecegim, sakasinaydi deyip gonul alacagim ama icimde bi yer hep kanicak. ilk kezde degil son kezde olmucak. bir bir elimden ucacak insanlar var, her kanat cirpislarinda ellerimi yirticaklar, bense icimdeki ses SIKI tut desede serbest birakacagim, ucarken tirnaklarini ellerime batirip gitcekler, onlar mutlu ucarken ben kanayan ellerle kalacagim.
bi ikizim olsaydi keske, benim yarim olacak bi ikiz. dogustan beraber dogdugum ve beni hic yalniz birakmayacak. neden nicin sorgulamayacak bi ikiz. herseyde bi ikiz. yazmadan, konusmadan beni anlicak, beni duyabilecek bi ikiz…

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

dost kaybetmek

Nisan 6, 2007 at 12:42 am (Uncategorized)

eksiden alinti
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=10731288

çoğu zaman acı değil acınası olan durum…

unuttuğunu zannederken bir anda hatırlanan, gözyaşları bitti sanarken sabaha kadar hıçkıra hıçkıra ağlatan, ayaktayım sanarken boşluğa düşüren…

düşünürsünüz. birlikte büyümüşsünüzdür, aynı beşikte yatmışsınız. siz hiç onsuz olmamışsınızdır. o da sizsiz. çoğu zaman konuşmadan anlaşmışsınızdır. hep aynı şeyleri sevmişsinizdir* sevmediklerinizi sevdirecek başka insan da yoktur zaten.

o kadar yakınsınızdır ki birlikte nefes alırsınız artık. bir saniye şaşmaz. şaşarsa yaşayamazsınız zaten. birbirinizin “kalp atışı”sınızdır. ne varsa değerli hayatta, ne varsa sevilebilecek, ne varsa uğruna ölünebilecek siz hepsinin üstünde tutarsınız birbirinizi. deliler gibi güvenirsiniz birbirinize.

“camdan bir küre olsa hayatım ve onu korumam gerekse yaşamak için, sana verirdim. çünkü kimse onu senden iyi koruyamaz. biliyorum ben bile senin gibi koruyamam”

sesini duymak için bahaneye ihtiyacınız yoktur. saatiniz yoktur. onunlayken dünya durur. hatta adını duyduğunuzda ya da sadece düşündüğünüzde. birbirinizi hatırlamak için bir şarkıyı, bir filmi, bir tatlıyı bahane edersiniz. ve bir şiiri…

“ankaraya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar
buz tutardı resmi yalanlar”

bizi ayırır mı mesafe diye düşünürsünüz araya yollar girdikten sonra. ama son bir görüşme yıllar sonra, laf arasında söylenmiş ve gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren bir söz yeter anlamanıza

“ankaraya giden bir daha gelmesin”

ve hiç duyulmayacak, bilinmeyecek, gizli kapaklı yazılmış bir şiir açıklar yine gerçeği size. öncekiler gibi aleni değildir ama bu sefer içte bir yerdedir şiir

“yine bir istanbul ayrılığından,
yardan, yarenden ayrı
ankara yollarında
sessiz, isimsiz bir radyoda
ankara şiiri isleniyor yılmaz erdoğanın dudaklarında
oysa benim kulaklarım başka sözler duyuyor
başka birinin sesinden
“ankaraya giden gelmesin diyor”
o kadar içten söylüyor ki
bilmiyor
ankaraya giden bir daha hiç gelmiyor”

artık nefesiniz yarım, kalp atışınız yoktur. ve o zaman anlarsınız dostunuzu kaybettiğinizde siz de artık yaşayamazsınız….
(acemiyazar, 06.04.2007 03:22)

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

gidiş…

Mart 27, 2007 at 10:20 pm (içimden ne gelirse)

If someone said three years from now
You’d be long gone
I’d stand up and punch them out
Cause they’re all wrong and
(pink-who knew)

I was alone,
Staring over the ledge,
Trying my best not to forget
(placebo – meds)

içimden sehirler geciyor
her durakta duruyor
inmiyorsun
(fd)

insanoglu ve celişkileri, bi yanda unutamadıklarımız, bi yanda unutmak istemediklerimiz, bi yanda unuttuklarımız, daha da acısı bi yanda unutupta unuttugumuzu farketmediklerimiz. hayat kosturmacasında kaybettiklerimizin bile farkında olamayacak kadar yogunuz, belkide o kdr cok insan varki etrafımızda eksilenlerin farkında degiliz. bazen de o kdr agırlarını kaybediyoruz ki hiç gitmiyor aklımızdan, her durakta duruyor ama inmiyor. geride bırakılma ümidi verip hayal kırıklığı yasatıyor…

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

protokoller cartlar curtlar

Mart 10, 2007 at 3:40 am (içimden ne gelirse)

biraz zamanı gecmiş bi yazı bu, tamamen bi sure takıntılı oldugum insan gozlemleri uzerine olacak bişi. Bi TBMM, ve ordaki ufak tefek seyler. girişten baslıyoruz
önce binayı bombalamaya gelmişizcesine bi canta ve ust bas araması, hayır icerde zaten baska bolmelerde tekrar aranıyoruz, nie bi de kapıda. vakit kaybı ve insanlara biraz daha vakit kaybından baska bi anlamı olmayan bir sey. hadi bayanlar neyse sıra az olur falan, ama bizimde bi dezavantajımız var, cantalar. Allah ım her defasında cantayla cıkma durumunda ben nie erkek olmadım ki sorusuna sorgulamama sebep olan seylerdendir. Neyse ilk engeli astık iceri gircez, teyzenin biri, elinde tıka basa dolu bi canta var, haliyle polis bakacak, evladım bende adama zarar vercek bi hal mi var dedi. e haklı kadın, yasını basını almıs. burda bişi yok zaten olay icerde kopuyo.
neyse onumuzdeki ilk binaya giriyoruz, zaten gidebilecegimiz baska bi yerde yok. orda bi sıra daha. cantaları metal esyaları telefonları bırakın. ses kayıt cihazı, fotoraf makinası, kamera yasak. orda eminim kamerasız telefonu olan adam yok ama telefonlar içeri alınıyo. cantamın içini gormelerine sinir olmuyo degilim ama işte guvenlik zımbırtıları falan. e dısarda nie kontrol ediyosunuz nie bi de icerde kontrol. nese hadi bunu da gectik. arkadasın cantasını didik didik ettiler zaten. mp3 player varmıs onu da aldılar falan. esas kopus yer. o yukarda bahsettigim teyzenin cantasından meyve bıcagı cıktı. guvenlikteki amca teyzeyi tekrar kontrol eden bayan polise bıcagı unatma deyip duruyodu. bolece 3 kez kontrol edildikten sonra artık meclisin içindeyiz…
içeri gectik tahminimiz uzere danısman gelmemiş, suraya gecin geliyorum. peki. kocaman kocaman oldukca itici binalardan olusan tbmm de gitmemiz gereken yolu bulmaya calısıyoruz bi yandan da simdi telefonu cıkarıp ceksem kim gorecek geyikleri. bi yandan da etrafta kamera nerde var merakla bakınıyorum. kamerayı izleyenler için rezil bi durum ya. kamerayla gozgoze geliyosun 🙂 nese binayı bulduk vs. gectik beklicez artık
kimi bekledigimizi bilmiyoruz. ustelik adamın ismini bile yanlıs biliyomusuz :). etraftan birileri gecip duruyo. ortak ozellik, nerdeyse hepsi asık suratlı kendini begenmiş insanlar, bu insanları biz sectik ya, nasıl bizim karsımızda bole olabiliyorlar. musteri velinimetimizdir felsefesi guzel bir seymiş aslında. insana insan gibi davranmak gerek. bekliyoruz insanlar gelip geciyo ama aynı cehreler, aynı uyusukluk, vekilim, bakanım, canım,cicim. soguk duvarlar kadar yapmacık soguk insanlar. ustune bide dar ve kohne odalar.iki olunca dolan odalar. mudurun karsısına cıkarken ogrenciler cekinir ya, kendilerini guvensiz hissederler, ole bi havaya sokuyorlar insanı. insanın haykırası geliyo, senin benim karsımda saygı duyman lazım niye ben?vekilim vekilim, tmm saygı ama nereye kdr. zaten bi ikisiyle tanısınca bu insanlar nasıl secilmiş oluyor insan.daha yazılcak cok sey var ama tbmm ve icindeki insanlarıda ele vermeye gerek yok. amacından cıktı yazı ama oralarda insanlar degişiyo, alt ust, ust alt oluyo.umarım işim dusmez bi daha dedirtiyo insana…
ha bide daha ii tbmm binalarına ihtiyacımız var 🙂
edit: soylemeden gecemeyeclerim…merak ettigim bişi var vekiller ve danısmanları odalarında ne kdr duruyorlar?o odalarda 2 kişiden fazla kişi yasamak imkansız zaten. bide surekli calan telefonlar. bi vekilin bi danısmanın bi odanın. adam iki kelime etmeden telefon calıyo, biriyle konusurken digeri calmaya baslıyor.hatta yemekte bile rahat bırakmıyorlar. zaten adama kafanızdakileri toparlayıp aktarmak ayrı zorluk birde bunu ikide bir dikkatinizin dagılmasını ekleyin. 2 dk anlatacagınız seyi yarım saatte anlatmak zorunda kalıyorsunuz. ha bide baska bi husus dikkatimi ceken. gelen icecekler. vekilin zoruyla içtigim cay. cayı demli içmenin yanında bide seker olayını ayarlayamamak vede soguması var. kim bilir ne kdr yol geliyo oraya gelene kdr. ama kucuk bardaklar ve de tek seker. pakette zaten tbmm yazıyor. yani ya o tek ama buyuk sekeri kucuk bardaga atacaksınız yada demli, soguk hem de sekersiz bi cay içmek zorunda kalacaksınız. zaten iki kisinin zor sığdığı odaya bir de cay bardakları eklendi, super oldu. cay bardaklarını almaya 1 mi 2 mi saat sonra gelirler bilmiyom artık. o da bizden sonra odada kalanların sorunu 🙂

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

yazı yazma uzerine

Mart 3, 2007 at 12:49 am (Uncategorized)

insan yazı yazmak için ne ister? Hersey gibi ortam ister, ben gibi bazıları onu alıp goturecek bir muzik ister, her kelimesinde ayrı bir anlam, dusuncelerini toplamak ister. Sarkıların sozunden yola cıkıp kelimeleri muzigin ahengiyle sıralamak ister. Ortamda huzur bozucu birsey olmamasını ister.Özellikle bir canlı. Bazen bir telefonla dagılır dusunceler. Yada yazı yazılırken aklına yapılacak işler gelir. İçindeki seytana uyarsan yazı kuser gider 🙂
Peygambere vahiy gelirken acı cekermiş Peygamber. Kuran gibi kutsal bi kitap degil yazacaklarımız ama yine de sancısını cekmek gerek. İlham gelince kacırmamak gerek. Yazmak isteyince yazamaz insan. Yada profesyoneller yazar. Ama ben degil 🙂
Niyetlenmeden yazmayı seviyorum. İçimden ne gelirse, duzeltmeden. Profesyonel degilim ben. Anlatamadıklarımı yazmak istiyorum. Birseyi de sevdigim için yapıyorum. ..

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

msn ve listelerimiz

Şubat 21, 2007 at 9:27 pm (içimden ne gelirse)

teknoloji teknoloji teknoloji
bi yandan irtibatı arttırırken aralara makinalar giren teknoloji
yuzyuze konusmanın yerini bilgisayarların, cep telefonlarının aldıgı dunya
rahatsızmıyız durumdan, aslında hayır, hayatta bi milyon kolaylık saglıyo, ama kaybettiklerimizin farkında mıyız?
sevginin ayaklar altına alınması gibi, teknolojide yerlerde artık, 7-8 yasında daha okumayı yeni ogrenmiş cocukların bile msn i var artık, bizden daha ii biliyorlar bilgisayarda oyun oynaması, telefonla resim cekip gondermesini, zaten hepimiz birer fotografcı olduk, birer kısa filmci, birer youtube uyesi
ne dolmusum ya 🙂 , sıkıldım sanırım her insanın bana kolayca ulasabilmesinden, odaya gelince msnde birikmiş mesajlara cvp yazmaktan, sabah telefonla uyanmaktan. bu kadar hayatımıza işlemişki kapatamıyoruz. gecen telefonun sarjı bitti kapandı, pin kodunu unuttum. yuh artık diyorum hayatıma. ben boyle mutluymuyum. hayır, telefonumu bi yere unutunca super bi gun geciriyorum, tek eksigim muzik oluyor.
tmm konu bu degil, msn lerimiz. bi milyon insan var msn listelerimizde. insanlarla tanısırken yada samimi olmaya basladıkca, telefon numaralarından once istenen sey oldu msn listeleri, cep numarası olmayıpta mail adresi yada msn adresini bildigim insanlar turedi artık. neden cunku elimin altında 7/24. hatta ne zaman uyudugunu, ne zaman calıstıgını, ne zaman yemek yedigini her biseyini ordan takip eder olduk. sanal dostluklar kurduk. yuzyuze gelince iki kelime edemeyecegimiz fakat sanal ortamda sabahladıgımız insanlar turedi. dostum dedik, sırdasım dedik, annemizden, babamızdan gizledigimiz seyleri onlar bildi. kucukler sınıf hocalarını ekledi msne. boylece ogretmenlerine yakalanır oldular.
icq ile basladı bu sevda, sonra icq nun guvensizliginden yavas yavas msn e kaydı durum, smilelar guzel geldi, sonra msn versiyon degiştirdi, skin ustune skin giydi, patchleri cıktı, offline ken msjlar gitti, bloklandıgını ogrenmeler geldi, sonra bi baktık bi milyon insan birikmiş oldu. msn girince cıkamaz olduk, bu seferde invisible takılmaya basladık. odadan odaya msnde konusmaya basladık, ailelerimizle msnden haberlesir olduk, hatta yavas yazan anne babalarımızı beklemekten sıkıldık. kamera actık bizi gorsunler die. bilgisayar basından kalkmaz olduk, en sevdiklerimiz sanal alemden oldu, ancak ordan gorusur olduk. daha ucuz geldi ama ne kaybettigimizi dusunmedik. yuzyuze gelincede bu kdr konusabiliyor muyuz? bole samimi olabiliyor muyuz, soylediklerimizin arkasında mıyız?
nese asıl konu bu degildi, kalabalıktandı, bugun baktımda ailem dısında 100 civarında kişi var msn imde, acaba ne kdrı ile konusuyoruz surekli, aynı anda kac kişi ile bas ediyoruz, kac kişiye gidiyoruz deyipte gitmedik, yada mesgule alıp bilerek cvp vermedik. yalanlara alıstık, blokladık, sildik. insanlar karsısındakini dusunmeden konusur, yazısır oldu. sne mesgul olsan ne farkedero degilki.
belki birbirimizi yanlıs anlayıp kavgalar ettik msn den. sonrası acı sonlar fln filan. sıkılmısım bu dunyadanda sanırım. herseyden sıkılma potansiyeli olan ben artık “keske yanımda olsan” cumleleri kurmak istemiyorum. yanımda istiyorum sevdiklerimi, cıkıp gidebilmek istiyorum. yegenlerimi kameradan gormek istemiyorum. ucan adam olmak istiyorum. her istedigim yerde olabilmek, okuldan gelip koltuguma gomulmek istemiyorum
gercek yasamda adımlar atmak istiyorum….

Kalıcı Bağlantı 2 Yorum

[Yorum – Alev Alatlı] Kurtlar vadisi

Şubat 18, 2007 at 4:00 pm (Uncategorized)

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=501520

//super bi yorum olmus

Amerikan Deniz Piyadelerinin (“Marine”lerinin) şehadetnamelerini duymamışınızdır. “Mezuniyet” töreni, gencecik erin, “Bir Deniz Piyadesi Nedir?” haykırışı ile başlar ve şöyle devam eder: “Birleşik Devletler Deniz Piyadeleri, iki yüz yılı aşkın titremesidir yerin! Cehennemdir! Ölümdür! Yıkımdır! Dünyanın gördüğü en iyi savaş makinasıdır! Bombaların açtığı bir çukurda doğduk biz! Anamız bir M-16, babamız ta kendisidir İblis’in!

Denk al ayağını! Senin hayatına yönelik yeni bir tehdittir, yaşadığım her an benim! Ben, kaba görünüşlü, gezginci bir deniz piyadesiyim! Ben, kibirli, benmerkezci ve küstahım! Korku nedir bilmem; çünkü korkunun ta kendisiyim ben! Kan ve barsaktan oluşan yeşil bir canavarım! Suda da, karada da yaşayabilirim! Ama sudan çıktım ve cerahatimi dünyada mukim Amerikan-karşıtlarının üstüne boşaltıyorum! Ne zaman gerekir, ne zaman olursa, muharebe alanında görkemli bir ölümle ölecek, hayatımı Annem, Deniz Piyadeleri ve Amerikan Bayrağı uğruna feda edeceğim!

Kartalı Hava Kuvvetleri’nden, çıpayı Deniz Kuvvetleri’nden, halatı Kara Kuvvetleri’nden çaldık biz! /forslarından bahsediyor. Amerikan Deniz Piyadelerinin forsları halat sarılı çıpanın üstüne konmuş kartaldır/ Allah dinlenirken Yedinci Gün’de, O’nun sınırlarını aştık, dünyayı çaldık! O gün, bu gün, gösteriyi biz yürütüyoruz!

Biz, piyadeler gibi yaşar, denizciler gibi konuşur, her ikisinin de ayaklarını yerden keseriz şamarlarımızla! Gündüz asker, gece hovarda, dilediğimizde sarhoş ve Allah’ın izniyle, Deniz Piyadeleri’yiz, biz!”

Gel, kardeşim, gel! Gel de, yasakla bütün şehadetnameleri ekranlardan! Yasakla ki, muhtelif Samast zanlıları, dinleyip, dinleyip de büsbütün kudurmasınlar!

Ey, ihtiyatlı resmi/sivil aydınları ülkemin! Ey, hayatı göğüslemeye gelince, sıradanlaşan sıradışı entellektüelleri ülkemin! Sakın, duymasın bizim yeniyetmeler kötülüğün amansız bir gerçek olduğunu! Biri diğerinin gırtlağına çökmüş, boğazlamaya çalışan, aynı kalbi paylaştıkları için bir ömür boyu başaramayan, ak saçlı siyam ikizlerinin varlığını. Çıplak memelerine yapıştırdıkları çıplak bebelerini, açlıkla kudurtulmuş bekçi köpeklerine teslim etmeyen, karınları burunlarında, çırılçıplak gebeleri. Dağıtılan beyinleri. Akıtılan beyinleri. Boşaltılan beyinleri. Çocuk çığlıklarını. Dev … paraladığı ufacık çocukların cesetlerinden arda kalanları. Bir an önce ölmek için çırpınan gaz odası kurbanlarının haykırışlarını. Boşalan barsaklarının paniğini. Birkaç asılan, boynu kırık bedenleri! İşgalcilerin bir deri bir kemik bıraktığı bedenlerin dağlar gibi yığıldığı münbit toprakları. Çarpılan ağızları, dökülen dişleri. Oyulan gözleri. Kanı, dışkıyı, karanlığı. Eksi altmış derece soğuğu, artı altmış derece sıcağı. Karbonmonoksit, amonyak, metan püsküren taşlaşmış gezegeni. Tamahı, ihaneti, zulmü, iftirayı, tuzağı, dalavereyi. Soykırımın varlığını duymasınlar.

Sansür mide bulandırır…

Yaşayakalabilmek için kötülüğün gözünün içine bakmak zorunda olduklarını bilmesinler! Neyle karşı karşıya olduklarının ayırdına varmasınlar! Gerçeklerle silâhlanmasınlar, sakın! Sakın, bilmesinler aslında amansız bir savaşın ortasında doğduklarını! İhtiyatlı abilerinin sesine, ‘doğru’ bellediklerine ters düşmesinler! Sakın farklılaşmasınlar! Yüreklerindeki savaşçıyı uyandırmaya kalkmasınlar! Umutsuzluğu ve korkuyu ilkesel olarak bile reddetmesinler! Sayısız hasımla tek başlarına halleşebilecekleri bilgisini güçlendirmeye kalkışmasınlar!

Monşer, ama herkes bilir, “yiğitlik” iştiyakının çağdaş bir toplum yaratmak yolunda ne denli tehlikeli bir ruh hali olduğunu! Herkes bilir, “yiğitlik” denilen ruh halinin güvenlik içinde olmaya, rahat yaşamaya duyulan akıldışı husumet olduğunu! Gençlerimize rahat batmasın! Giyim kuşam, gastronomi, seyahat, eğlence, modalar, küsmeler barışmalar, nazlar niyazlar – aman çağdaş ‘trend’lerin dışına düşmesinler! Gerçeklik yolunda entelektüel toz dumandan korkmadan yürümeye kalkmasınlar! Don Kişotluğa soyunmasınlar sakın! İnançlarını, güncel hal ve şeraitten, dost ve müttfefiklerimizden, genelde kabul gören değerlerden, sağlıklarından, ailelerinden, kınanmak hatta nefret edilmekten üstün tutmasınlar! Küçük bir övgü ya da söylem ile mutlu olabilenleri, “sıradan adamdan yiğit olmaz, yiğit sıradan değildir” tafrasıyla küçümsemesinler. Kendilerinde var olduğunu keşfettikleri gücü, itiraf, teslim, ikrar, kabul ve ilân ederek, incelikli düşünürleri, ihtiyat sahibi insanları gücendirmesinler! Felsefi olmayan, kutsal olmayan bir tarafları olduğunu anlasınlar!

Aşırı bireysel ve gururlu olduklarının farkına varsınlar. “Öteki”lerle aynı dokuyu paylaştıklarının çoğu zaman ayırdında bile olmadıklarını görsün, utansınlar! Her şeye rağmen, derin saygı gördüklerini hissediyorlarsa şayet, “yüce davranışlar” denilen eylemlerin, akıl işi olmadığının idrakinde olsunlar! Günümüz Türkiye’sinde eylemlerini usa vurmayanlara kuşku ile bakıldığını unutmasınlar. Usa vurmaz, hisseder, ve eyleme geçer olmak; kısıtlamaya, sansüre gelmezlik yerleşiklerin huzurunu kaçırır, ince ruhlu olanlarımızın midelerini bulandırır, bilsinler.

Entelektüel kırtasiyeye değil, varlıklarındaki o gizli dürtüye, yaşayakalma güdüsüne itaat ettikleri gerçeğiyle avunmasınlar. Yaşayakalma güdüsü, zaman zaman en sıradan olanımızda da vardır varolmasına da, onlarınki süreklilik arzettiği, ısrarcı, atak olduğu, yorulmak bilmediği için tehditkârdır, unutmasınlar! Zorlukları tebessümle karşılayan, tehlike sirenlerine kulaklarını tıkayıp kendi müziğini yapan, kendi davulunun ritmine yürüyebilen, az rastlanır ruhlar kendi hallerine bırakılmazlar, “dengesizlik” karşı karşıya kaldıkları en hafif itham olacaktır.

Yiğitliğin, “yiğitler”in kendilerinden başka kimseye erdem olarak görünmediğini de bilsinler. Hangi kitap kurdu demiş, öğretilmiş çaresizlik bu topraklarda yaşayakalmamızın önündeki en büyük müşküldür diye? Kim demiş, en büyük müşkül, yitirdiğimiz özgüvenin yeniden tesisidir diye? Hangi aklı evvel tespit etmiş, fena halde ürkütülmüş, savunmaya itilmiş olduğumuzu? Kavrukluğuna bakmayıp, durumu hamasi böbürlenmelerle idare eden bizim gibi ilkel kalabaların, “yiğit” tipolojilerine ihtiyaçları olamaz! “Yiğit” tipolojilerine, ne gerçekte, ne ekranda, ne sanalda, ne lâfta, ne perdede, ne temennide, ne de duada ihtiyaçları olamaz!

“Polat” tipolojisi de kim oluyormuş?!. Bırakın, yiğitlik, John’lara, Johnny’lere, marinlere, rambolara, dört köşe çeneli Marlboro erkeklerine kalsın. Biz, delikanlılarımızın başına çuval yerine kadın içliği geçirerek, “insancıl”laştığımızı sanalım! Bu gezegende obez bir efendinin sofrasına sığınmış bir garip besleme kadar bile şansımız olmadığını unutalım. Aklımızı, iz’anımızı, RTÜK’e ve sivil avenesine teslim edelim! Gerçeklik gibi, umut gibi, sanatsal üretim gibi, başarı gibi utanç verici düşüncelerden uzaklaşalım. Avrupa Yakası’na, olmazsa Gümüş’e takılalım, kimseyi incitmeyelim, kimseyi kırmayalım, medeni abilerimizin izinden ayrılmayalım! Müstehaktır. Dünyayı bilmeyen, dünyanın maskarası olur. Kötülüğü bilmeyen, yaşamın.

Kavminin kaderini eline almaktan kaçınan…

Hangi koalisyon güçlerininkidir bilinmez; ama bu gezegenin bir yerinde, kalabalık omuzlu bir “psikolojik savaş uzmanı”nın, koltuğunun arkasına rahatça yaslanıp, gülümsediğini görebiliyorum.

“Kurtlar Vadisi”nin emekçilerine gelince: Diziyi saatler süren reklamlara dayanamadığım için izlemedim. Yakınlarda, DVD’sini gördüm. Sinemanın Türkiye’de belki de ilk kez, marjinal olmayan kaygılara seslenebildiğini düşündüm. Akıl vermek haddim değil; ama kadim bir Uygur diskuru vardır. “Kendinize güvenin!” der, “Kendinize güvenin! Akranlarınızın, çağınızın, Gerçeklik’in payınıza düşen kadarıyla da olsa, hakkını verin. Dil, din, ırk, cinsiyet ayırımının tuzağına düşmeden, zamanınızın en yetkin bilginleriyle, sanatçı ve filozoflarıyla dostluk kurun. Mahrem düşüncelerinizi aşkın zekâlarla paylaşın. Sizler, anneleri tarafından sakınılmak durumunda olan özürlüler ya da çocuklar değilsiniz. Kavminizin kaderini eline almaktan kaçınan korkaklar değilsiniz. Sizler, mağdurların kefaretini ödeyecek, kâbustan uyandıracak yetişkin erkeklersiniz.”
ALEV ALATLI
17/02/2007

Kalıcı Bağlantı 2 Yorum

satranc ve hayat

Ocak 21, 2007 at 3:16 am (içimden ne gelirse)

en sevdigim oyundur satranc, her daim oynaması keyif vermiştir, bu cumleler de en bi benimle alakasız bi giriş oldu ama beynimden yazmak istedigim kelimeler ucunca kalanlarla bu cıktı, belki duygu yogunlugum artar esas yazmak istedigimi yazarım, tmm sustum cok feci bi girizgah oldu 🙂

hayatı bir satranc oyunu gibi gordum bu gece.nerden esinlendim, Emret Komutanım Sah Mat filminden.aslında filmle ucundan yakından alakası yok, sah-mat a takıldım ben. surekli korumaya calıstıgımız canımız sah, ve onun ölümle burub buruna geldigi her an şah cekilen an. mat oldugumuz ise azraile canımızı verdigimiz an. cok basit dimi, oyunda verdigimiz şah aslında biziz. her seyle korumaya calısıtıgımız, mat olmamak icin piyonlar sureriz, bahaneler uretiriz karsı tarafa, neler neler sunarız, rest cekeriz hayata aslında sah cekerken azraile. her tasın sah için ayrı bi onemi vardır, her bir tas hem savunma hem saldırı yapar, ole futbol maclarındaki gibi defans defanstadır fln degil. yukleniriz hayata, hem koparmaya birşeyleri hemde yitirmemeye calısırız. piyon verirken atı almaya kasarız, taviz verirken baska dinamikleri korumaya calısmak gibi.
piyon: piyon basit bir tas gibi gorunur, ama onun içinde vezir olma arzusu bile vardır, kimileri için ise 3. bir attır, ki satranc ustalarının vazgecilmez tasıdır at. piyon ufak seylerdir hayattaki, kaybedilse de birsey gitmez gibi bakılır, ortamı kalabalıklastırır. halbuki usta bir oyuncu bi iki piyonu hareket ettirerek oyun bitirir. duz ilerler, capraz yer. adımları kucuktur, ama omzuna yuklenen yukler buyuktur, file yem olmustur, yada koskoca atı sıkıstırır, sah bile cekebilir yeri gelince. en korktugu fildir, cunku filin istila alanındadır, kaleyi korkuturken filden kacar piyon. coba matının silahıdır, bir araya geldiklerinde, pespese dizildiklerinde sınır tanımazlar. yeri gelir veziri yerler. hayattaki ufak adımlarımız piyonlar, verirken cekinmeyiz, ufak bir seyi kaybediyor gibi oluruz, aslında içinde vezir tasıyan bir yuregi vermisizdir. ufak adımlarla hedefe ulasmaya calısırız hayatta, merdivenlerin basamaklarını birer birer cıkarız, kosmak yerine merdivenlerde, ayagımızın takılıp dusme ihtimaline karsı. tek tek adım atmak guven verir insana. bi onceki adımından eminsindir, arkan kuvvetlidir, ayagını duzgun basmıssındır. piyon bu tek tek basamaklardır işte. vezirle sah cekersin ama piyonla korursun onu 🙂
kale: satranc oyuna en gec katılan tastır kale. dıstaki ortudur. belkide dısta oldugu için oyuna dahil olması gec olur. ama aslında saldırı once dısa geliyor. once dıstaki kabugumuzu zayıflatıyorlar, içeri sonra sızıyorlar. vezirle bir olunca kale, sah kacacak yer arar. en dıstakidir, oyuna en son girendir kale. kaleyi vermisseniz basta oyunun sonunda sahı sıkıstırmaya neyiniz kalıcaktır hesabını iyi yapmak gerekir. bizede saldırı dıstan geliyor, içten yıkmak zor, fil kaleyi urkuturken kale bişi yapamaz. once kalemizi istiyorlar, oyunun sonunda saldıracak bişeyimiz kalmasın istiyorlar. surlar yıkılınca içerisi dagılacak, yumurta kabugu catlayınca yumurta dagılır, ama zamanında catlarsa civciv cıkar ortaya. vezirle anarım ben hep kaleyi. belki de babamdan oyle geldi. sah cekilince daha yerinden oynamadan gidebilme tehlikesi yasar kale. içinden taviz vermemek için dıstaki ortu soyulur. aman dikkat oyunun sonunda elimizde ne kalacak?
fil: kullanmayı en cok sevdigim ama oyunda en kolay feda edilebilendir benim için. sadece tek cizgide hareket eder. kardesi olmazsa pek bi anlamı kalmaz. o sagdan sıkıstırır, sah soldan kacar, vezire kolay yem olur. zigzaglar cizer, dengesizdir, kardesi olmadan yarımdır. gorup gozetilecektir her daim. vezirle ava cıkar ama avlanır vezir ugruna. piyondan korkan tek tastır. bole ilginc yanıdır insanın fil. ismi dehsetli kendisi cılızdır, piyondan bile urker. acizligini bilmez bazen fil yem olur. acizligini unuttugunda kukrer. haddini bildiginde durulur, kardesi olunca işe yarar. acizdir fil, acizligi hatırlatır, vezire kafa tutar piyondan urker.
vezir:en gorkemli tastır, sahın yanında yer alır, her koruma ona duser, her seyi o planlar, her yere destek kuvvetle gider, kalesini alır saha cıkar, atını alır kukrer, filini alır eser ordan oraya. tek yenildigi vardır, at. maddidir, içten koruyamaz sahını, onune tas konunca tıkanır, yarı yolda kalır, sebeplere takılır, engeli coktur onun, yeri gelir piyon, yeri gelir fil, yeri gelir kale feda edilir onun bası ugruna. para gibidir, savrulur ordan oraya, onu kazanmak için tavizler verilir. engellere takılınca sarsılır insan.haddini bilmelidir vezir. edebini takınıp acizliginide kabullenmelidir, saha kalkınca esmelidir deli yeller gibi. amma velakin fil gibidir, aciz olur bazen. tek basına iş bitirsede bazen yedek kuvvet ister. ordusunu ister arkada. ordusundan feda eder vezirin bası için once, sonra sahın bası için. dengelemek gerek veziri. fazla havalara bindirmemek, enaniyete kaptırmamak, ruzgarının siddetiyle savrulmamalı o, atın yelelerine takılabilecegini dusunmelidir her daim.
at: sona sakladım o kdr :). iç dinamizm benim için at. en tıkanılan yerde onune cıkan hiç birsey onu sarsamaz.L ler cizer etrafta. koselerden yaralanır at. ortasında ask vardır, sahını koruma askı. kimse onu durdurmamaz. vezirin atı olmasının sebebi odur, tıkandıgı yerde kossun die, vezirin gecemediklerini gecsin die. sahına sadıktır at. hem iyi korur hem iyi saldırır. at ın karsılıgı yoktur. vezir verilse belki verilir at. farketmeden gelir saldırır, gozu gormez insanın. sınırsızdır gucu, gucunu baska yerden alır, içten hisseder, vezir ne kadar maddi ise o da o kdr manevidir. içine girilmez atın. L nin uclarınsan ısırılırsa darbe verilir. içerisi kazandır ask atesi dolu. içerdeki ask saglamsa sah guvendedir.içteki guzellikler ne kdr fazlaysa, sorunlar kdr kolay asılır. anlayana…
sah: ruhumdur, azraile er gec verilecek olandır, korumakla yukumlu oldugum bedenimdir, ahirette benden sikayet edebilecek olandır. hersey onun için calısır, saldırılır, savunulur, her giden parcada sahın biraz daha içi acır, bir yavrusu daha gider her darbede, bir uzvunu daha yitirir.
sah mat edilirse guzel bir dunya bizi bekler, sahın bası verilirse bu dunyaya teslim olmusuz demektir…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı 1 Yorum

LEYLA OLMAK, KÖPRÜLER KURMAK VE FENOMENDE MUTLU KALMAK

Ocak 7, 2007 at 6:14 pm (zeynep'in köşesi - tehlikeli yazılar :))

Kendi halinde kalırsan bir damlasın
ama bütüne katılırsan bir
derya olusun.
Ey insan! Sen yüzbinlerin
birisin; ama bütününle sen
yüzbinlersin.
Bu hır gür, bu savaş nereye
kadar? Sen bensin ben senim işte!
Mevlana

Zordur insan olmak… Yüz milyara yakın nörondan, ikibine yakın kw enerjiden daha fazlası olmak… Yani kadavradan fazlası olmak… Başkalarına hayatı tahammül edilebilir kılmak… Meleklere secdegah olup hizmetine sunulan yaratıklardan aşağılara düşebilmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmak… Med cezir olmak…

İnsanoğlu mutsuzluklar üzerine bina olunmasında inatlaştığı bir düzende. Mutsuz olmak için elinden geleni yapıyor, bütün fırsatları değerlendiriyor. Varoluşsal yalnızlığını fark etmeden yaşıyor. Karşısında; yalnızlığını gidermek için boşluğuna bir şeyler ya da birilerini yerleştirmeye çalışmak nafileliği… çünkü yalnızlık-hele varoluşsalsa- paylaşılmaz, sadece yaşanır.

“En uzak mesafe ne Afrika’dır
ne Çin, ne Hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan”

diyor Can Yücel. Birbirini anlamıyor, anlayamıyor, anlatamıyor, anlamak istemiyor insanoğlu… Beni bir tek sen anladın sen de yanlış anladın esprisiyle, kafalar arasındaki uçurumlar daha da derinleşiyor. Karşısındakini anlayacak birkaç dakikası olmuyor ama iletişimsizlikten kaynaklanan bir problemi çözmek-veya çözememek- için yıllarını verebiliyor.

İç çatışmalarını, çekişmelerini allayıp pullayıp eşine dostuna giydirme noktasında çok profesyonel olan bir toplumdayız. Oysa sorunların yanıtlanması, problemlerin çözülmesi insanoğlunun fenomenine eğilmesiyle nihayet bulabilir ancak ve ancak… Böyle bir durumda dünyaya bakılan gözlüklerin ayarlarının iyi olması gerekmektedir. Aynı sorunları yaşayan yüzlerce hatta binlerce insan var yeryüzünde ve bir o kadar tepki… Aile, oyun oynanan sokak, alışveriş yapılan market, sevilen renk, izlenen filmler tepkiye doğru yol gösteren etmenlerden sadece birkaçı… Ve mutluluk her daim gölgede… Bütün imkânları değerlendirmek yetmiyormuş gibi; mutsuzluk adına yeni imkânlar geliştiriliyor. Vicdan mekanizmasının susturulması adına da küçük bir gülücük resmetmekten geri durulmuyor. Önce ağaçlar kesiliyor, betonarmeler dikiliyor mesela. Sonra vicdan artçıları başlayınca; dikilen betonarmelere birkaç çiçek çiziliyor, dalları unutulmadan… Veya birkaç saksı çiçek yerleştiriyor evin birkaç köşesine.

O kadar depresif olunuyor ki bazen; türkülere bile yansıyor bu… Beklenen “Kara Tren” ya “gecikir” ya da “belki hiç gelmez” oluyor. Yani vaktinde gelme ihtimali düşünülmüyor.

Hatta

“Ne zaman arabamı yıkasam mutlaka yağmur yağar
Yağmurda yürüsem su sıçratır üstüme pis arabalar
En uzun yanan yeşil ben geçecekken sararır
sola girsem sol tıkalı, terk ettiğim şerit boşalır…”(*)

denilebiliyor… Zor ve sıkıntılı zamanlar mutsuzluğa denk tutuluyor çoğu kere. Oysa Pollyanna olmaktan ötesi ele alınırsa-Pollyanna kendini kandırmanın psikolojisi olarak algılanır ki aslında öyle değildir, daha çok güzellikleri görmeyi sembolize eder- arabanızın kirlenmesi bir arabanızın var olduğunu gösterir. Sarı ışık, yeşil ışık görebildiğinizi gösterir. Bulunduğunuz tıkalı şerit tıklım tıklım yalnız olmadığınızı gösterir.

Bir tanıdığım bir zamanlar takma isim olarak kendine “No Pain, No Gain” seçmişti. Sıkıntıya sokan anlar veya zamanlar olmasa elde ettiklerimizin bir tarafları eksik demektir. En azından değer ölçüsü daha düşüktür. Yağmurun gözbebeğinde karanlık gizlidir. Oysa yağmur “Gain” dir. Kara bulutlar yağmur demektir… Rahmet ve yağmur arasına; geçmiş ve gelecek arasına; İnsan ve Rabb arasına; acizlik ve dua arasına köprüler kurulmadıkça “Pain” hep yalnız kalacaktır. Yani sadece sıkıntılar görülecek, “Gain” görülemeyecektir. Ve iç alem değiştirilmedikçe, güzellikler görülmedikçe bunun olabilirliği tehlikede demektir.

Hayatın anlamı –ya da amacı- unutuldukça ayrıntılar hükmediyor her bir yana… Ufku dolduran manidarlıklar yerini daha basitliklere terk ediyor. Her ayrıntı bir paranoya, her paranoya çoğu kez bir sanrıdan ibaret.”Her türlü çözümler, nedenleri cinsinden olmalıdır.” diyor Prof. Dr. Yaşar Özbay. Bu deyiş göz önünde bulundurulursa, ilkokul sıralarında öğretildiği gibi sepette toplanacak, çıkarılacak, bölünecek, çarpılacak nesnenin elma mı, armut mu olduğuna bakılması gerekliliği ortaya çıkıyor. Evet, problem ne; işlem ne; nesne ne?

Eldeki veriler doğru kullanılmazsa sonuç: Kuğu kuluçkasından çıkan çirkin ördek yavrusu…

Fenomen dışına çıkılınca dış merkezli bir duruma geçilir. Dıştan gelen tüm etki ve tepkilere karşı daha hassas olan insan paranoya ve sanrılar arasında Pollyanna olamaz.

Velhasıl-ı anne baba, eş dost herkes her şey bir yere kadar… Solipsizme kaymadan, diğerleri ve dünyayı unutmadan egosantrik olmanın bir mahsuru yoktur galiba…

Ve sepetteki elmaları armut görmemek için sanırım herkese bir Joe Black(**) gerek…

Yaşamak…
Leyla olarak yaşamak…
Köprüler kurarak yaşamak…
Fenomende mutlu kalarak yaşamak…

(*) :Fericun Düzağaç-Orijinal Altyazılı-Tesadüfler
(**) :Yönetmen: Martin Brest;1998-ABD; Başrol: Brad Pitt

zeynepkg

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

eternal sunshine…

Ocak 7, 2007 at 12:21 am (içimden ne gelirse)

elim gitmiyo bi turlu winamptan o sarkıyı kaldırmaya, bile bile acı cekiyorum dinlerken ama seni hatırlatırken cektigim acıyı umursamıyorum belkide, belkide sen hep acı cektirdigin için artık alıstım acılara. bi elim gitse, hatıraları birer birer silmeye baslasam belki seni de silebilirim bir gun. ya aynısı tekrar karsıma cıktıgında seni geri yasatmak ister miyim? eternal sunshine of the spotless mind daki gibi mi olurum? kendi istegimle sildirip sonra irademe karsı koyamaz mıyım acaba sildirmeye calısırken, yada sildirmişken geri hatırlar mıyım? ne kadar yasamın içinden bi filmmiş simdi anlıyorum, sevgilerin ustunu kapatmak için onu notrleyecek kdr nefret gerek belki de, ama yeticegini dusunmuyorumi bi yerde “guzeldi” der insan sanırım. yada korn un dedigi gibi hatıraları silerken de senin için aglar mıyım? cok acı bi sarkı o da. senin soyledigin hersey yalanmıs aslında, aslında benim yasadıgım bu degil mi? benim ruhumun kaldırabildigi bu sanırım, yanan gozlerin gecti artık, sana ihtiyacım oldugunu da biliyorum ama hiç ulasamadıgım daha da benden uzaklasırken buna hiç engel olamıyorum. simdi fark ediyorum demiş korn ama ben farkettigim halde yanmaya devam ettim. bi çok seyi aşmayı becerirken seni astıgımı sanıp avuttum kendimi, sanmalarımın yerini gercekler alıncada bilmiyorum ne haldeyim. kıskanclıgın alevlerinde yanıyorum ama daha da yanacagım gercegi karsımda duruyor zaman gectikce. sildirmek istiyorum hafızamdan herseyinle seni. noktasına virgulune kdr, elimin ulasamayacagı yerlerde hala var olacak olman acı veriyor dusundukce. alıskanlıklarımı bırakma riski sırıtıyor inatla. ben kactıkca, sen daha da yaklasıyorsun farkında olmadan, umut vermiyorsun ama seni uzakta tutamıyorum, yerimi birileri doldurabilse keske, ben gokyuzunden seyretsem sadece. zaman herseye ilaç iken gun gectikce silecek sey artıyor, dinlemek istemedigim seyleri dinliyorum, duymak istemedigim seyleri duyuyorumi ne kadar ortak bi cevre edinmişiz farketmeden, seni silmek demek sıfırdan bi hayat demek, elimde olanlarıda seninle beraber silmek demek…
orada cekmecede 7.35 bir silah
ve burada zaten öldürdüğün bir yurek
vur bitsin

hebasbug

Kalıcı Bağlantı 1 Yorum

gidiyorlar

Kasım 27, 2006 at 2:38 am (msn spacedekiler)

hiç boyle hissetmemiştim ayrıığı, bu sefer farklı bi ayrılık olacak. annemden ayrılacağım bi süre. yolculuk kutsal topraklara, annemin yıllardır hayalini kurduğu ve umarım hakkını vererek döneceği yer. ama bu ayrılık farklı işte. ankara ya bi saatlik mesafede olmayacak annem bu sefer, bambaska diyarlarda olacak. hiç annemi uzun süre görmeğim olmadı mı? oldu ama o zaman bi gercek vardı. annem iki adım otemdeydi, ani bir kararlar ” anne ben eve geliyorum” diyebiliyordum. simdi yalnız bi bayram gecirecegim. annemler olmayacak. onlar bizden once bayrama baslayacaklar. simdiden dusunurken bile gariban hissediyorum kendimi. aslında ne kadar bağlıymışım da farketmiyormuşum. insan gitgide ayrılıklara alışmıyor, ayrılıklar biriktikçe daha çok yaralıyor. birde onların orda aklına bile gelmeyecegim. yıllardır hayal ettikleri yerde olacaklar, farklı mesguliyetleri olacak. kocaman kız olan ben herseyi idare edebiliyo olacagım. oyle olur gibi de, aklımın bi ucunda olan özlemi saymazsak. onlar mutlu die benim de mutlu olmam gerek. annelerinin elinden tutmus cocukları gorunce yuzumde bi tebessum olmalı. bu bayram anneme “beni erken kaldırma nolur” diyemeyeceğim. bu bayram bi garip gececek…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

seni özledim

Kasım 5, 2006 at 2:36 am (msn spacedekiler)

sensiz maça gittim bugun, kimseye de mac var, gidelim demedim hafta içi, zaten sen yoksun die kimseye de soylemek gelmedi içimden. macın ortasında elimde telefon senin gelmeni beklemedim, mactan cıkınca aksam da degildi zaten, resim falan da yoktu bu sefer, yerimden kıpırdamakta gelmedi içimden, burda olsan ve gelemesen de olurdu ama yoksun yanımda. olmadıgın kadar gonulden ırak degilsin ama, yerin dolmayacagını, kimsenin sen olmayacagının farkındayım cokcana, işin acısı seni özlemek, mesaj cektigimde aynı ilin farklı bolgelerine gitmiyor mesajım, aynı ulkenin baska sehirlerine gidiyor. belki de baska ulkelere gidecek yakında. keske burda olsan yapmadıgımız herseyi yapsak. bazen dusunuyorumda beni nasıl alttan alıyorsun anlamıyorum, seni o kdr bastan cıkarmama ragmen, benim yuzumden yanlıslar yapsanda. bi telefonun diger ucundasın biliyorum, Zeyno geliyorum desem iki elin kandada olsa beni beklersin biliyorum. aynı seyleri farklı zamanlarda soyledik birbirimize, aynı ateste yandık, bazen anlamadık bile birbirimizi ama bilmiyorum sende farklı ne var. malatya sokaklarında kayboluslarımız var aklımda.
– zeynep nerdeyiz?
– bilmiyorum
– bende bilmiyorum 🙂

kaybolurken bile mutluyduk ama, geride bıraktıklarımızdan sikayetci olmadık seninle hiç. keske oyle yapmasaydık demedik hiç. hiç gidemedigimiz bursa var gidilecek sehirler arasında. her gidişinde beni aradaıgın ama benim bir turlu gidemedigim. trabzon sokaklarında dolasmak varmıs seninle, 16 saat hayatımın en uzun yolculugunda seninle olmak varmıs, senin telefonun sarjını bitirmem varmıs, seninse bana kızman bile tatlıydı. anladıgını biliyordum cunku 🙂 maştide yemek yemek, zor bela otobuslere yetişmek. ben gergin sen aksine sakin 🙂
hiç olmayacak belki bi daha aynı sehirde olmamız ama aynı sehir için kacıp gelecegimide biliyorum 🙂
bu sefer daha deli maceralara atılacagımızı da, arkamda hakikaten mutlu bi dun bırakacagımı da. ankara sokaklarında serseri serseri dolasmak senle ayrı guzelmiş, yazık gec anlamısım 😦
anlayabilmekte guzel tabi. ortak milyon seyimiz varken aslında hiç farkında degilim, sen bensin, ben senim, o kadar alısmısım ki farketmiyorum bile…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı 2 Yorum

hiç olmayacak bişey istiyorum

Kasım 5, 2006 at 2:35 am (msn spacedekiler)

gecmişe donmek istiyorum, cok daha masum oldugumuz zamanlara, insanların da masum oldugunu dusundugumuz zamanlara. daha saf arkadaslıkların oldugu, dostum, kankam derken daha içten soylenildigi zamanlara, arkadaların basit seyler için satılmadıgı, kullanıp atılmadıgı zamanlara. buyudukce daha cok kirleniyoruz sanırım. buyudukce hersey daha cok degerini yitiriyor. sarkılar gibi arkadaslıklarda oluyor. dostların yerini yenileri alıyor. baskalarıyla paylasmaya baslıyoruz.kızdırdıgımızı bilsekte kuru bi ozurden ileri gitmiyor soylediklerimiz. içi bos bir ozur. yalnız oluyoruz artık, zorunlu kalabalıkların içine giriyoruz. ne kadar guvensekte arkadan vuruluyoruz. her darbede daha kopuyoruz. hep yanlıs tanımısım diyoruz ama hiç bir zaman dogru tanıyamıyoruz. teoriler ucusuyo ortada. her zaman yanılacagımızı kabul ederek dolanıyoruz. belkide kızların dunyası boyle, yada ben cok sey bekliyorum. ama istedigim bişi varsa o da gecmişe donmek. isyan etmek geliyor içimden, belki de bu benim sınavım. tek dostu unuttugumun sınavı. yanlıs sevgilerin etrafımı sardıgının sınavı. kimseyi sevmedigimi farkediyorum bazen, bazen onu nasıl sevebilirler diyorum. ya da artık sevemedigimi farkediyorum. sevgi kelimesinin ayaklar altına alındıgını dusunuyorum, degersiz yere kullanmaktan kacıyorum. kalabalıkların içinde yapayalnız yasıyoruz aslında. konusurken aslında dinlenmedigimiz bi kalabalıkta. yalnız kalmayıp yalnız oldugumuz bi hayatta bosa kurek cekiyoruz. belki bi sinirle yazılmıs satırlar ama yanlıs olmadıgını dusundugum satırlar. keske yanılsam dedigim satırlar. korkuyorum, bende mi oyleyim sorusu beynimi kusatmıs. cevaplamaya korkuyorum, yediremiyorum kendime. hayatımı temizlemek istiyorum, yeni bir baslangıc falan, ya buna cesaretim var mı? eskiyi bulamayacagını bilmenin girdabındayım. boguluyorum ama riske atılmadan yasanmayacagını da biliyorum.
bilkentte son yıl (insallah). benden goturdukleri kattıklarından cok daha fazla, basladıgımız gibi sonunu getiremedik, parcalanmıs hayatlarla dolu, mutlu olan insanların mutlu olmam sebepleri ortada, sıradan insanlar surusune katılmıslar, surukleniyorlar. etrafımdaki insanların gun ve gun ve bu suruye katılmalarından bıktım, cekip almak cok zor, cunku kolay olan tercih ediliyor, kendi ayakları uzerinde durmaktansa suruklenmeyi tercih ediyorlar. onlardan olmak istemiyorum, onların etrafımda olmalarını da…
gecmişe donmek istiyorum. suruye uymadıgımız, dunyanın altını ustune getirdigimiz zamanlara…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

farkındalık

Kasım 5, 2006 at 2:34 am (msn spacedekiler)

kaybettiklerinin eksikligini farkedince baslar yıkımlar, once bi sarsılır insan, kaybederken farkında olmadıgı için, sonra geriye donusun olmadıgını farkeder, acıdır guzellikleri kaybetmek. tekrar kalkmaya gucunun olmadıgını farkedince ise dibe vurdugunu farkeder. gidilebilinecek en son yerdir. otesi yok zaten. yada oyle gelir insana, nerdeydim, nerdeyim sorgusu baslar, bazıları kararlar alır geri kalkmak için bazıları iyice salar, insanın içinde istek olmazsa salması muhtemeldir. geri toplanmak için yasamaya amacı olmalı insanın, yaptıgı her seyin bi amacı. gecenin karanlıgında uyumayıp ayakta kalmanın,YAZI YAZAMAMANIN bi sebebi olmalı. kelimeleri bir araya getirip cumle olusturamamanın, kafandakilerin milyon parca olmasının ve bir araya gelememesinin. işte bu kadar dagılmısım. aynı konu içinde milyon konuya girme potansiyelim var, ama basa donup okuyunca hiç bişi katmayacagını da biliyorum. bu bir vakit kaybı. buraya kadar gelmişseniz sonuna kadar gitmeyin derim. ben karalamaya, dunyayı kirletmeye devam edecegim ama, amacım amacsızlık, o kadar cumle kuruphiçbirine “nokta” koymuyorum, sebebini bilmiyorum ama bitmiyor soylemek istediklerim cunku soyleyemiyorum. ben yerimde sayarken benim onumden insanlar gecti. ben hala geride kalma ve adım atmama durumundayım. kendime soz geciremiyorum. bunları neden itiraf ediyorum ki?
insan neden yazamaz, bari bunu sorgulayım. dolmadıgım için yazmıyorum. duygularım cosmuyor, belkide costugu yerleri ben kabul etmiyorum. sanırım boyle oldu, kendime itiraf etmekten kactım, bilinmesinden kactı, yada cok konustum konustukca yazamadım. duraklamaya girdim, sırada gerileme mi var, bi ara yıkılıp yeniden de kurulabilirim, ama ben hala virguller koyuyorum yazıya, bitmesini istemiyorum cunku bombos oldu, ama silmeyecegimide biliyorum.
insan kendini tanımayabilir mi? yoksa gercekleri itiraf etmekten mi kacar? ikincisi daha muhtemel. yada yasadıklarını tanımlayamaz. sanırım koptum, umitlenip bosa cıkınca. hersey evet derken, hayır oldu, dunyam yıkıldı, dunyamın temelini yanlıs yere tasımısım, simdi yeniden kurmaya baslıyorum ama kacarak. insan neden kacar? gormek, duymak, bilmek istemiyorum ve bu yuzden kacıyorum, ama içimdeki merak yuzunden herseyi silip atamıyorum. silip atmak için ne lazım? kocaman bi nefret belki, boyle bi anda suclayıp bir daha gormek istememek. gorunce eski duygular depresmeyebilir mi? bunu becerdim olabiliyor, belki bir sarkıda aklınıza geliyor ama gulup geciliyor. simdi kacmak istedigim daha buyuk birşey, ve de tanımsız. soyledigim hersey de acaba içim oyle diyormu diye sorguluyorum, dilimle kalbim ters mi dusmeye basladı, yada beynimle kalbim. bilmiyorum ama bildigim bir sey var o da bu gidiş iyi degil,

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

vedaya sürüklenmek

Nisan 15, 2006 at 2:32 am (msn spacedekiler)

zoraki basını dik tutup, gozlerine biriken yası caktırmadan silerek, ayakta durmaya calısarak “hoscakal” demek…sen “hoscakal”, ben gidiyorum, içim kanıyor ama sana “hoscakal” deyip gitmek zorundayım. bensiz hoscakalmalısın cunku ben oyle istiyorum. cunku senin ardımdan uzulmeni, aglamanı degil mutlu olabilmeni istiyorum. ben ise baska diyarlarda hem sensizlikle hem yalnızlıkla mucadele etmek zorundayım. sen uzulme cunku senin uzulmen beni daha cok incitiyor, daha cok acıtıyor içimi. daha bi kanıyor giderken acılan yara. son kez gozlerine bakma istegi ama son anda kendini tutamayıp aglama riski. son kez ellerini tutup, gozlerine bakıp ayrıkmak isterdim ama bu imkansız. biliyorum cakısınca patlıcak fırtına. sanki gidip hemen doncekmişim gibi sarıl bana son kez, ellerini tutmayım, uzaklasınca bakayım gozlerine ki gozlerimdeki denizi farketmeyesin…basıma gelen en tatlı beladan ayrıldıgımı dusundurtme bana. kavusmanın zor oldugunu, hatta imkansız oldugunu hatırlatma sana. ole uzaktan bak, her zamanki gibi davran. ekstra tek bi soz soyleme, daha da zorlastırma…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

when I look into ur eyes

Nisan 9, 2006 at 2:31 am (msn spacedekiler)

when I look into your eyes, there is nothing there to see 😦

bugunun tam bole şak die ustune oturan, aglıyorsam aglamama sebep olan sahsiyet hakkındaki dusuncelerimi super anlatan cumle budur herhalde. bide bunun devamı var ki o daha cok içimi acıtıyor. bu kadar mı tukettik, bu kadar mı deyip devam bile edemiyorum, etmek istemiyorum, o kadar acı veriyorki anlatamam. sadece bu calısyo winampta. benim ustumdeki herseyi ustune ceken benimle aynı kutuptan mıknatıs gibisin. ama bu umrumda degil. en azından bi sure sonra sallamamayı ogreniyorum da esas yıkan…kendini de benim ustumden cekmen.hep konustugumuz seyler ve simdi senden de bu tepkiyi almak, tepki degil tepkisizligi. niye sen diye yazıyorum onu da bilmiyorum. okumayacaksın, belki okuyamayacaksın bile ama bi şekilde yazmam gerekti sanırım. zaten ne zamandır yazamıyordum ama aglayarak yazmak ve senin bundan haberin olmaması. hayır farketmemiş olamazsın, sen bu kadar dusuncesiz degilsin. ya da artık bana karsı mı dusuncesizsin???dusuncesiz olmanı tercih ederdim ama sanırım acı gercegi biliyorum. içim acıyor ama ole bole degil. nothing but only my mistakes. mistakes, yanlıs insan. feda ettiklerim ve sen. hep agır basan sendin ama affetmek ne kadar zor bir bilsen. senin sorman gerekenleri baskaları sordukca daha da içim acıyor. hayattan bir bagımın daha koptugunu hissediyorum. hem de kuvvetli bi bag. pamuk ipligiyle baglı degildim ben sana. ve sende farkındaydın bunun. ama sen bana ole mi baglıydın die sorguluyorum su an. ve evet senden kopması daha kolaydı.this is last smile 🙂 hiç goremeyecegin bi smile. ben seni cekmeye calıstıkca sen daha kuvvetli itiyorsun. sanırım artık sana direncek gucum kalmadı…I ve try,,,to do everything you want to do…
her guzel sey bitermiş…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

!?^=^+

Mart 15, 2006 at 2:30 am (msn spacedekiler)

duyguların gozyaslarına dokuldugu anda insanın kalbinden neler gecer ki. nedendir gozyasları. anlatamaktan, kaybetmekten, istedigin istasyonda duramamaktan…kaybedilen ve kaybettigini zamanında farkedememenin ardından duyguların içerde duramamasıdır.isyanıdır bir nevi. katlanacak yurek kalamasıdır. goz gore gore parmaklarının arasından suyun akıp gitmesi gibi, seyretmektir o akıntıyı. tutamazsın, tuttukca kaybedersin, belki de zehirliyecegi için musade edersin gitmesine. oylece gozyaslarınla ugurlarsın bu gidici. sadece seyirci olmakla kalmamıssındır hem de sebep olmussundur. yerini kimse alamaz bu gidisin. pişmanlık kaplar yuregi. keskeler kavurur dusunceleri. hayatta kalması gerekir ne care. inatla silmek gerekir keskeleri, pişmanlıkları.verilen karardan donus yoktur, laf agızdan bir kez cıkar. ne geri donuse kalp dayanır ne de…acılara sabretmek mi yoksa ölümü kabullenmek mi. insan calkalanır ikisi arasında. bir saga bir sola savrulur. ruzgar sert eser, sert savurur. her esişte biraz daha savurur yanan kalbin kullerini. tekrar eskiye donmemek uzere dagılır kalp. yanar gider…sulayan, sonduremeyen gozyasları kalır etrafta. her savrulan kulle daha da akan…ama geri donusu olmayan yola girilmiştir. arkaya donup bakamazsın.cunku olmadıgını bilirsin…işte hayatın acı kısmı. arkaya donup bakınca bıraktıgını gorememek. cunku zaten sen bırakmamıssındır. tesadufler oraya getirmiştir ve sen kaybedenlerdensindir…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

korku mu :S

Mart 15, 2006 at 2:28 am (msn spacedekiler)

dogumdan ölüme korkularıyla yuzleşir insan. her an bir korkuyla yaşar. en mutlu anında bile vardır bi korkusu her zaman. geri de bırakılanların, ilerde bekleyenler, anda yasananların korkusu. kaybetme korkusu, kazanıp dibe vurma korkusu, yasanmıslara duyulan hasret ve onların gecmiş olmasının verdigi korku. korku ustune korku. ve itiraf edemediklerimiz. korktugunu kabul etmek kolay mıdır? aslında hayata nasıl incecik iplerle tutundugunu idrak etmektir korktugunu kabul etmek. toplumun karsısında gozyaslarına hakim olmaya kasmamaktır korktugunu kabul etmek. acizligini ozumsemektir korktugunu kabul etmek. alacagı nefesten emin olamamaktır yeri gelince korku, yeri gelince elindekileri kaybetme riskidir, sekerini dusurme ihtimalidir cocugun, annesini kaybetme korkusudur kalabalıkta yavrucagın. her nefeste hissedilen , her an yasanan, sevgi kadar, ozlem kadar, hasret kadar, basarı kadar, hırs kadar içimize yerlesmiştir korku. ama kabul etmek hasrete gogus germek gibi zordur. bir felakete katlanmak kadar zordur korkuyu kabul edip onunla yasamak.hayatın en içten duygusudur. hissedilmesi kolay, agızdan dokulmesi zor, destek bulması destek bulunsa bile teselli bulunması zor bir duygudur korku.
ve insan, acizligini yudumlaya yudumlaya savrulur dunya colunde. her seye ragmen, her korkuyla, her kactıgı korkuyla, her uzak durdugu korkulya, her dusunmedigi, dusunmek istemedigi korkuyla yasamak mucadele etmek zorundadır. teselli yoktur cogunda. karanlık basit kalır korkunun yanında. karanlıktan aydınlıga kacar insan ruhu.aydınlanmak ister. ama bilirki gece bitmeden, gece ölmeden gitmez karanlıklar, bırakmaz yerini gunduze. pes edene kadar gece cırpınır insan ruhu.gece tukenir, korkular da tukenir ta ki sonsuzluk sarabını içene kadar
“gece inanılmayan bir dinin ebedi misyoneridir”MŞŞ

korku gecenin 2 sinde ben ne yaptıgımın sorgusudur…
korku siyahın üzerinde kırmızı kan lekesidir…
korku yerde bıraktığın öle bakakaldığın cesedindir…
korku arkana dönememektir…
korku her adımda kayabilme ihtimalidir…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

sail away, its time to leave, night is calling my name…

Mart 14, 2006 at 2:27 am (msn spacedekiler)

“Sail Away”

Once upon a time we had a lot to fight for
We had a dream, we had a plan
Sparlks in the air, we spread a lot of envy
Didnt have to care once upon a time

Remember when I swore
That love was never ending
And you and I would never die
Remember when I swore
We had it all
We had it all

Sail away, it’s time to leave
Rainy days, are yours to keep
Fade away, the night is calling my name
You will stay, I’ll sail away

Once upon a time we used to burn candles
We had a place to call a home
The dream that we lived
Was better than divine
Every day was like a gift
Once upon a life

Remember when you swore
Your love is never ending
And you and I would never die
Remember when you swore
We had it all
We’d never fall

Sail away, it’s time to leave
Rainy days are yours to keep
Fade away, the twilight is calling my name
You will stay, I’ll sail away

No reason to lie
No need to pretend
I’m greatfull to die
To live once again
I’m fearless to fly
And reach for the end
And reach for the end
ohhohhhohhhohhh…

Sail away

Sail away, it’s time to leave
Rainy days are yours to keep
Fade away, the night is calling my name
You will stay, I’ll sail away

Sail away
The night is calling my name
Sail away

RASMUS

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

bu gece ankara da yağmur var :)

Mart 2, 2006 at 2:25 am (msn spacedekiler)

bu gece yagmur var ankaramda. özlenen gunler yavas yavas geliyor. kısın soguguna inat ince elbiseler giyip doyasıya yagmurda ıslanma zamanı. bugunun o garip kosturmacasının ustune, bu haftanın o aptal yogunluguna karsı haftaya yagmurla noktayı koymak var bu gece….
bugun bi kez daha ailemin, canım annemin ne kadar cok hayatımda oldugunu anladım.sabah gelen hastalık haberi ve aksamında doktordan aldıgımız tek problemin anemi oldugu sozleri.gun boyu cektigim stres ve sonunda gelen mutluluk…bekleme odasında gazetede gordugum taziye haberleri (hasan tanık a ait).herseye ragmen, her olaya, her yaraya, her acıya ragmen elimdekiler…kaybettiklerim, kazandıklarımı golgelesede hala elimde olan tek varlıgım, tek destegim, tek dayanagım, tek hayat kaynagım, yasamam sevincim…AİLEM…
yagmurda ıslanmak var bu gece…yagan yagmurla gozyaslarını dısarı akıtmak. yagmurla birleşip akması gozlerinden dertlerinin. zevkini cıkarmak var doganın temizlenişinin. dogayla beraber arınmakta var kirlerden…once ellerini acarsın yagmura.tanecikler doldurur avucunu.onlar birleşir, kavusur, kucaklasır. sonra saclarında hissedersin o zarif dokunusu. yuzune akan damlalar. bir annenin oksayısı gibi olamaz asla ama onların da rahmet dolu dokunusları var kendi caplarında. Kadir yaratıcının rahmetiyle donatılmıs her bir yagmur damlası, kendilerine verilen emirden bir an olsun sapmadan gidecekleri yola dogru yol alırlarken, o muazzam rahmetide beraberinde tasır. hem damlasında ayrı bi hikmet olan o tanecikler akar gider.dur diyemezsin, tutamazsın,zaten kendine hukmedemezsinki onlara hukmedesin.
yavas yavas adımlarla ilerlerken yagmurun kalbine, silersin beyninden herseyi.sadece sen ve O vardır. herseyden kendini soyutlayıp, sonsuz tefekkuru tatmaya baslarsın. her damla anlatır hikayesini gider yoluna. atarken usul usul adımlarını,bu kadar yazdıktan sonra, greenday eslik eder sana.I walk a lonely road, the only one that I have know, don t know where it goes, but I walk alone…but with rain. sonra bir sarhos edasıyla salına salına yurumek var yagmurda.yollarda kıvrıla kıvrıla.işte boyle bi ıslanmak var aklımda. walkmandeki muzik bu olmucak.belki walkman olmucak,cunku bugun degişiklik yapıp tekil takılmıcam.ama belki zamanın otesinde tekde kalabilirim
herkese acık bu gece,sonun kadar….

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

ayrılık üzerine

Mart 1, 2006 at 2:24 am (msn spacedekiler)

insan en cok ayrı dusunce yardan acı cekmez mi?herseyi tek basına yasamak zorunda olmanın verdigi buyuk sancı. her mutlulukta buruk bir huzun.her coskuda batan bi acı, kursakta kalan nese dolu anlar. sen gittin ve acımıda tek basıma cekiyorum. ve sen ne kadar anladıgını dusunsende ne kadar ortaksın ki bana.ayrılık sadece mesafelerle kalmıyormus, zamanla birseylerin azalmasını hissediyorsun, ama bu sana verdigim degeri artırırken. hem uzaklasıp hem yakınlasıyorsun bana. hem beni tek basıma yasamaya mahkum ettin, hem de daha cok acı cektiriyorsun. hem sen yoksun hem hayat devam ediyor. hem sen yoksun hem kimse sen degil. gunesimiz ayrı, nefes aldıgımız hava ayrı, uzaktan bakıp hayallere daldıgımız ay ayrı.ayrılıklar içinde beraberlige soyunmusuz.zorlugunu bile bile kabul etmişiz ayrılıkları. bir gun ortak noktada kesisiriz umidiyle belkide. korkum o noktaya geldigimizde birbirimizden ayrı dusmemiz olcak. aynı gunesi gorup ayrı seyler mi dusunecegiz seninle.bazen diyorum ki, acaba donecegin umidiyle yasamak daha mı iyi?yoksa gelişinle gidişinde haberci oldugu anı beklemek mi?bilmiyorum…
ayrılık cok sey katar insana, cok seyi de goturur.beklenmeyen fırtına gibi.ne alacagını ne bırakacagını bilememek gibi.sen sessiz kalır,içeri kapanır izlersin fırtınayı.geride kalanlar kalır,gidenler gider, gitmek isteyene dur diyemezsin.nolur izin verme gitmelerine…

hebasbug

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın

Next page »